31 Ekim 2010 Pazar

"Kırmızı"

Masallarda; gökten düşen üç elmadan, birinin rengiydi, kırmızı.

Farklı yaka takımlarının, ortak olmayan renklerinden biri...

Bir Marquez romanında, pazartesinin rengiydi, kırmızı!

Aydın suikastlerinin birinde, karın, bir diğerinde, papuçtan damlayan kanın rengiydi...

Hain kurdun masalında, masum kızın başlığıydı, artık; bayrağının biraz da beyazını boyamaya niyetli bir adamın, yazısının başlığıydı, kırmızı!

Kırmızı başlıklı bir yazı, kırmızı başlık bir kızı, kurttan ne kadar koruyabilirdi ki, Güngören’de?

Bir daha hiç gün göremeyecek olanların; kaldırımda, asfaltta bıraktıkları izin rengiydi, kırmızı.

Kırmız başlık bir yazı, kana bulanmış bir yazı, ne kadar feraha çıkartabilirdi ki, kaldırımları ne kadar yıkayabilirdi?

Koltuklarının altında taşıdıkları karpuzları, devirmeyi adet edinmiş, çözüm bekleyen sorunların üstüne çizgiler çekmeyi meslek edinmiş, kırmızıda geçen, kırmızı plakalıların, yüzünde görmediğimiz "utancın" rengiydi.

İstikrarsızlaşan coğrafyalarda, terörün rengiydi.

"Kırmızı" başlıklı bir yazı, neyi değiştirebilir ki?

29 Ekim 2010 Cuma

Yağmur yağsa, şimşek çaksa!

Mesele evden çıkarken şemsiye almaya direnmekse, benim için gerisi teferruattır. Bu uğurda tüm bilimsel verileri tek kalemde yok sayabilirim. Bu sabah da öyle oldu, tüm uyarılara ve en önemlisi yağmur yağdığını bizzat görmeme rağmen evden çıkarken şemsiye almadım.

Benim yağmurla ilişkim “ummak” üzerine kurulmuştur. Meteoroloji ne derse desin ben yağmurun yağmayacağını umarım. Yağmaya başladıysa da çabucak dineceğini!

Kimi zaman öyle olmaz. Bu sabah da kimi zamanlardan biriydi. Ziyadesiyle ıslandım.

Hızlı adımlarla ilk “pit stop” noktam olan otobüs durağına ilerlerken bir yandan da “sırılsıklam” adlı parçayı kimin söylediğini düşünüyordum. Bu hengamede tüm yazı Soner Sarıkabadayı dinleyerek geçirdiğim için, beynimin kısa devre yapıp müzik hafızamın hemen tamamını yaktığını unutmuşum.

Meğer sözlerini “sırılsıklam” diye hatırlamaya çalıştığım melodi Teoman’ın “Paramparça”sının nakaratıymış.. Bu şarkının Ortaçgil versiyonu, sabahtan yatana kadar aynı şarkıyı dinleyen kulaklarımız için hoş bir mola olabilir diye düşündüm.

Otobüsten indiğimde, yağmur şiddetini artırmış insanlar su birikintilerin üstünden, yeterince tedbirli olmayan ayakkabılarıyla, atlamaya başlamışlardı... Benimse aklıma İclal Aydın’ın, -isimlerinin tek başlarına söylenmesi yeni anayasayla birlikte yasaklanacak olan- Eda-Metin Özülkü çiftinin “Islanmış mıydım?” adlı şarkısında okuduğu şiir geldi. Yani; “Benim için çok gecikildiğini anladım…” Hakikaten de “hemen kurumayacak kadar ıslaktı üstümden çıkaracaklarım...”

Önemli bir karar vererek adımlarımı ağır ağır atmaya başladım, nerdeyse durmuştum. Bunda gitgide ıslanan ve ağırlaşan pantalonumun da etkisi olmuştur, bunu yadsımıyorum ama telaşlardan sıyrıldım sevgili okur ve alabildiğine ıslandım...

Dedim ya benim yağmurla ilişkim ummak üstüne kurulu, bu seferde yukarlarda, yağmur yağdırılan yerlerde, “Ne zamandır yağmur istiyordunuz, ama daha ilkinde kaçışıyorsunuz” dendiğini ve bu vakur tavrımın fark edileceğini umdum!”

Şimdi de klavyenin başında bunları karalarken, yeni yeni kuruyan saçlarımla, hasta olmamayı ve yeni yağmurlarda "şemsiyesiz" buluşmayı umuyorum sevgili okur.

"Yağmur yağsa, uykum kaçsa
Bir kuş konsa badi parmağıma
Ağlardım bir başıma..."