18 Aralık 2010 Cumartesi

Hiçbir dilde anlatamadım kendimi...


Hiçbir dilde anlatamadım kendimi ya rab; harfleri yan yana koydum, bir "tümce" yaptım, olmadı, bir şeyler karaladım deftere "günce" yaptım, olmadı, her şeyi dert ettim kendime, "düşünce" yaptım, olmadı.

Bir türlü anlatamadım kendimi.

Bir kişi anlasaydı, sadece bir kişi, şu national coğrafyada, senin üstüne yemin ederim ki, sarımsaklayıp saklardım bu ömrü, gel gör ki kimse anlamadı ya rab, kimse anlamadı…

Yalnızlığın sana mahsus olduğu, bir mecaz olsa gerek; herhangi bir minibüs hattında, sıkışıklıktan ölünebilecek bir şehirde,
tek bir beşere bile kendini anlatamamak, ne büyük trajedi.

Enflasyon vız gelirdi ve tırıs giderdi geçim sıkıntısı; bir solukta öderdim, en yüksek faizli konut kredilerini, üstüne bir de arabaya girerdim, Mecnun’a yardıma giderdim, çölü aşmaya, bir balyoz da ben vururdum Ferhat’a yol vermeyen dağa, bırakmazdım kadınların işini 8 Mart’a, biri beni anlasaydı eğer…

Anlamadı ya rab; anlaşılmamak insanın dizinden dermanı alıveriyor, insan bir kuytuda kendi kendine kalıveriyor, elinde ne varsa öylece bırakıp duruveriyor…

Sana yazmak çoktandır aklımdaydı, ama biz, içinde sen geçen sözler etmekten imtina ediyoruz, çoklukla. Senden bahsetmek, nasıl desem, biraz "alaturka" geliyor, yemekten önce besmeleyi içimizden çektiren duygu neyse, o işte! Küfür etmekten daha çok çekiniyoruz, adını ağzımıza almaktan, neme lazım iki lafın birinde sen! Senden daha çok korkuyoruz işveren vekillerimizden, mesai saatleri içinde…

Kutsal kitabını, bezlere sarmalayıp, duvarlarına hapseden bir neslin çocuklarıyız, her şeyden olduğu gibi senden de biraz eksiğiz.

Bundan ötürü, kulun mektubu, biraz gecikti ya rab.

Ama sen anlarsın beni, kimsenin anlamadığı gibi, anlarsın.

Ben de bilirim, bu olanlara dayanabileceğimi, kaldırılamayacak yük vermediğini, bilirim.

Yine de anlasaydı biri, sen gibi, hiç söz etmeme gerek bırakmadan, yalnız bir bakarak, anlasaydı içimi.

Sarımsaklayıp, saklardım bu ömrü ve sanki ilk kez yiyormuş gibi çalakaşık, giderdim tabağın üstüne ve o sihirli kelimeyi söylerdim, yeni başlayan bu pırıl pırıl hayatın üstüne:

"Bismillahirrahmanirrahim"

4 Aralık 2010 Cumartesi

Tesadüf İşleri Müdürlüğü!

Uzunca zamandır yazmıyordum sana, ne karalasam, hep dolaylı anlatımlar, samimiyetsiz hal hatır sormalar, anlamsız kaygılar içinde, yörüngesinden ayrılan, savrulan cümleler… Nihayetinde, kalemi kavradım ve karşındayım işte…

Seni artık sevmediğimden, böyle çok mutlu olduğumdan, yeni amaçlarımdan vb boktan yalanlarımdan bahsetmeyeceğim, İngilizce bir küfrün Türkçe tercümesi: "hepsinin canı cehenneme."

Kravatı, gömleği ve sonunda atleti aşabilirsem, biraz daha içerlerden sesleneceğim sana, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı bir coğrafyadan…

Kısa bir yazı olacak bu; okuması zahmetsiz, yırtması zahmetsiz, unutması zahmetsiz…

Sitemi, küfrü, alınganlıkları ve daha nicelerini, bedenimi kirleten ne varsa, hepsini katlayıp, dolaba koydum, doğalgazı kapattım ve muslukları da…
Ceplerimi kontrol ettim; cüzdanım, telefonum, anahtarım, hepsi yerli yerinde…

Yola koyulmalıyım, kapanmadan yetişmeliyim, tesadüf işlerine…

Çok "saf" sevdim seni, kendim olmaya çalıştığım zamanların birinde, bıyıklı ve temkinli, daha önceleri tanımayı isterdim gözlerini, ağız dolusu güldüğüm, o genç fotoğrafların birinde, bıyıksız, umarsız, hesapsız…

Daha, kimseleri görmemişken, görmek isterdim, gözlerini…

Seni, hep bir yerden çıkaracağım diyordum; seni, kendi hayatımdan çıkardım!
Biz, farklı okulların, aynı müfredatı okuyan öğrencileriymişiz, hep aynı konuları çalışmışız, yıllar boyu, farklı sıralarda…

Hep aynı kağıtları biriktirmişiz, defterlerimizin arasında…
Hep, aynı şarkıyı sevmişiz…
Sen, biraz ben olmuşsun, ben de biraz sen…

Bu yüzden, seni başka aşklarda unutmaya çalışmak, ihanet olur, kağıdını boş bırakıp çıkmış, rh pozitif bu vücuda…

Sensizliği, ancak kendimle iyi edebilirim, sana en yakın olanla!

Uzun bir yazı oldu…

Fakat, fark etmez, şu an itibariyle, sana vermekten vazgeçtim, gürültüsüz bir gidiş olsun. Gidiyorum; biraz da, kal demeni bekliyorum demektir aslında. "Gidiyorum" diyen, bir taraftan da ardına bakar, bir ses bekler "gitme" mealli…

Bu, o türden bir gidiş değil, o sebeple kimsenin bilmemesi, en iyisi…

Sana teşekkür ederim, var olduğunu bilmek bile, büyük bir keyifti benim için, bunca sıradanlığın arasında, tesadüf işlerine teşekkür ederim, karşıma seni çıkardığı için, onca ihtimalin arasında...

Bu arada, dilekçeyi yazmaktan da vazgeçtim, ne diyeceğimi bilmediğimden de değil, aklımda kurmuştum da:

Sayın yetkili;

"Kurumunuzun, ansızın karşıma çıkardığı birini, çok sevdi bu yürek, belki siz böyle olacağını tahmin etmemiştiniz, belki de iyi vakit geçirmek için, aranızda oynadığınız, bir oyundu, "tesadüfler işleri" bilemiyorum…"

Ama, vazgeçtim...

Biraz daha durursam, korkarım, gitmekten de vazgeçeceğim, kalemi yerine koymanın vakti geldi…

Hem güzeldir değil mi, gideceğim yerler, sen yoksan da içlerinde, hikayeler vardır değil mi anlatılacak!

Hem zaten, ben, nadiren sevdim seni, uyuduğunda bir, bir de uyandığında, uyku mahmuru gözlerinle... Sustuğunda bir, bir de konuştuğunda... Nadiren sevdim seni...

Gerisi hep, tesadüf işleri..!