9 Şubat 2011 Çarşamba

Çiçek Kadınlar

Bir kadın için ilk çiçeğimi aldığımda on üç yaşındaydım. Yarın okuldan ayrılacaktı. Evden, bulabildiğim ilk çiçekçiye kadar yürüyüp bir gül aldım... Sonra tekrar gerisin geriye eve... Yağmurlu ve rüzgarlı bir gündü ve ben soğuğa bugünki  kadar alışık değildim. Hastalandım ve ‘o yarın’ okula gidemedim... İngilizce öğretmenimdi, o çiçekten hiç haberi olmadı...

Geçenlerde aldığım bir elektronik posta kadınlara ‘neden’ çiçek gönderdiğimi sorgulamama neden oldu, doğal olarak kimlere çiçek gönderdiğimi hatırlamama da...

Epey ara vermişim elimde kalan ilk gülden bu yana... Tam on sene sonra beni hemen hiç tanımayan aslında benim de çok tanımadığım birine.. bu sefer bir buket gitmiş... “Acaba beni tanımak ister mi ki?” diye.

Nişanlı mıydı, yoksa nişanlanacak mıydı, tam hatırlamıyorum! Çarşı pazar azcık karışmıştı!”
‘Enformasyon’ bilimine daha çok önem vermeye o günlerde karar vermiştim...

Üçüncü çiçek tartışmasız 21. yy’ın beni en çok yoran kadınına gitmişti! Bundan yaklaşık dört yıl kadar önce, bu seferkinin toprağını da ihmal etmemiştim... En azından çiçekler ölmesin diye... “Beni sevsin diye mi göndermiştim onları?” Hiç sanmıyorum...

Pek bir şey de ölmedi aslında, hâlâ iyi arkadaşız, ama yanlış bilmiyorsam o çiçekler öldü! :)

Üniversite yıllarıydı, gene Ayvalık’taydım, her on yılda bir oluyor bu! Hiç konusu yokken bir aile büyüğüm Ümit yanlış anlama, ama sana değer verdiğim için söylüyorum “Seni seven bir kadınla evlen” demişti! Çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir ilkokul öğretmeniydi, ama akşam haberlerini seyrediyorduk! Ne alaka demiştim içimden, bayram değil seyran değil... Yaşım yirmi bile değil... “Haklısın” falan demiştim...

Bu gönül işleri açıldığında eniştemin öğretmenliğine mesai yaptırdığı o gün gelir aklıma: ‘Beni seven bir kadın...’

Kimler için fedakarlık yapabileceğinizin turnusol kağıdıdır bu söz! Kimlerden vazgeçmeniz gerektiğinin kutup yıldızı...

Sizi seven bir kadın, sizi seven bir adam!

Birkaç hafta önce dördüncü ve sonuncu çiçeğin sahibinden ‘okkalı’ bir elektronik posta aldım... Çiçeği “geleceğe dönük bir beklentiyle” gönderdiğimi sanmıştı...

Halbuki... O bir ‘teşekkür’ çiçeğiydi!

‘Sevgili’ bir arkadaşa sahip olmak çok hoşuma gitmişti! Açıkcası bu kadar ‘namüsait’ bir zamanda konjonktüre aldırmadan, beni sevmeye bu denli ihtimal vermesi çok hoşuma gitmişti... Çiçek sadece bunun içindi!
Sevgili Arkadaşım;

Gözlerinin rengi gibi
Yüreğinin rengi gibi
Saçların da kendi renginde

Ama ben, ellerini gördüm önce
Toplayan, düzelten, onaran ellerini
Dokunduğuna soluk aldıran
Telâşlı, usta, sevecen ellerini

Geç anladım ve inandım
Her gün daha çok inanıyorum
Ellerin, güzel işlerin karıncası
Ellerin, ellerden bıkmış ellerime sığınak

Sevgili arkadaşım benim;
Sana 'sevgili arkadaşım' diyorum..
Budur, bizim anladığımız sevdanın tanımı!
İşte sana bir aşk şiiri:
İçinde 'sevgilim' sözcüğü geçmiyorsa
Suçun yarısı senin
Çünkü, ben de bize yaraşanların sözcüğünü değil
Kendisini seviyorum senin gibi*

Tabi tüm bunlar, onun, benden aldığın son çiçek olacağı gerçeğini de değiştirmiyor, sevgili arkadaşım;)

09/02/2011 Ayvalık

*Süreyya Berfe'nin 'Sevgili Arkadaşım' şiirinden alıntılanmıştır.

2 Şubat 2011 Çarşamba

“Japonlar Toyota Gibi Adam mı?

Hepimiz hayatımızın bir döneminde “Abi bu Japonlar çok zeki adam, hayranım bu adamlara!” sözünü duymuşuzdur... Adam yıllarını Kyota’da, Tokya’da geçirmiş ve bu dönemde edindiği deneyimlerini, bizle paylaşıyormuş gibi konuştuğu için de çok da fazla bir şey söyleyememişizdir!

Peki Japonlar gerçekten de sandığımız kadar zeki adamlar mı?

Tamam, Tsubasa falan da bir başlangıç sayılabilir, ama benim Japon müktesebatım lise yıllarına dayanır!

Okulda düzenlenen Japon haftası etkinliklerine mühim Uzak Doğulu konukların yanında her yıl bu kez Barış Manço’nun da katılacağı söylentisi yayılırdı, sonra bir gün Barış Manço’nun artık hiçbir toplanyıya katılamayacağı haberi geldi...

O dönem Japonca bölümünde okuyan arkadaşlara sorsak daha sağlıklı bilgi alırdık aslında, ama nedense o zaman bir Japon merakı uyanmamış bizde...

‘Kara Sevda’yla ‘Domates, Biber, Patlıcan’la tavan yapan ve hâlâ aynı sıcaklıkta devam eden Türk-Japon ilişkilerine darbe vurmak istemem, ama Japonların çok zeki adamlar oldukları bir şehir efsanesinden ibaret zannımca!

Toyota’ı yapan adamla, akşam yemek yediği restoranı kahvaltıda bulamayan adam aynı kişi çünkü... Ve bu bir değil, beş değil, on değil... Hemen hepsi...

Peki bir sihri, formülü yok mu bu işin? Paslanmaz, kir tutmaz, evladiyelik Japon mallarının alemet-i farikası ne ola ki?

Adam Toyata’yı yapabiliyor ve onun dışında aklınıza hemen ne gelirse yapamıyor, evet!
Çünkü adam ömrü boyunca Toyata yapmaktan başka bir şey yapmamış!” İşlerine öyle bağlılar ve saygı duyuyorlar!

Bizdeki işi oluruna bırakma anlayışının zerresine rastlanmıyor... Her şeyden emin olmak istiyorlar; ne, nerede, niçin, ne zaman, nasıl ve kiminle yapılacak! Koordinatları tam olarak almış bir Japonu durdurmanın pek bir yolu yok...

Ama aynı adama “ Watanebe abi biz şirketin yerini değiştirdik, Toyota’yı Mecidiyeköy’de değil de Bakırköy’de yapacağız, bir otobüse atla da geliver abicim, otobüsün numarasını da unuttum, diğer hat çalıyor, öptüm kapatıyorum” derseniz, kuvvetle muhtemel ki ‘Watanebe abi’ gün sonunda çaresizlikten ve utancından Seyrantepe civarında  “Seppuku” yapacaktır...

İçsel zekası oldukça gelişmiş Japonların sosyal zekası yüksek kesimlerde sıfırın altına kadar inebiliyor...

O yüzden Japonları hep teknolojik aletler yaparken hayal etmek ve mümkünse hiçbiriyle karşılaşmamak hayallerinizin yıkılmaması açısından en hayırlısı olacaktır...

Son bir not bu satırların yazılmasına imkân verenToyota reklamına! Tamam biliyoruz kimse bizim babamızı övmek için reklam yapmaz, ama kendi malını övmek de insanın gözüne bu kadar sokularak yapılmaz... Arabalardan pek anlamıyorum, hatta ehliyetim bile yok, yani sizin hedef kitleye pek girmiyorum, ama benim arabadaki ilk aşkım Vosvos’tur, çocukluk deyimimle ‘delik araba!’ Yeteri kadar Türk lirasını ve ehliyeti cebime koyduğumda, aklınızda olsun istedim!


Noel Amca!

Sen bu aralar yoğunsundur. Muhtemelen okuyamayacaksın ama yazmam lazımdı! Bizde amca, baba yarısıdır... O yüzden çok kırıcı olmayacağım. Ama bizim pamuklarımız sen de eğreti duruyor be Noel Amca!
Biz Prenses tatlısını iyi yaparız, bol tarçınlı, cevizli... Donut paketlerinin arasına takyive yap, arada. Hem maliyeti de düşüktür... Sen hep veren gibi duruyorsun ama, ben biliyorum, hediyelerle gittiğin evlerden daha fazlasını almadan çıkmazsın sen! Kızılı ve Ay’ı seviyorsun, ama senin hayırla işin olmaz be Noel Amca!
 
İlk zamanlar o renkli ampüllerini, nehir gibi akan ışıklarını, suçu-günahı olmayan geyiklerini, sevmedim desem yalan olur, ama bir pijlik vardı o gevrek gülüşünde, sen gülerek sevenlerdensin değil mi Noel Amca?
 
Sahi o yaldızlı paketler içinde evimize neler sokuyorsun?
 
Biz köfteyi iyi yaparız! Fırında, patatesleri hafif yanmış.. Suyu kıvamlı... Göbeğinden anlaşıldığı kadarıyla sen de yemeğe düşükünsün! Sırf Mc’te takılma arada İzmir’e de gel! Yalnız ampüllerini yanına alma, ampül işi  orada biraz sıkıntılı! Biz İzmir köfteyi iyi yaparız.. Huyumuz kurusun, masadan kalkan dördüncü kişinin dedikodusunu da. Sen en çok o parçalı bulutlu hallerimizi seviyorsun değil mi Noel Amca? Göbeğini kaşıya kaşıya seyreyliyorsun..... Kabahatin çoğu bizde be Noel Amca!
 
Belki her sene bu kadar burnumuzun dibine gelmesen, olduğun yerlerde kalsan.... Aslında o da bir yanılsama, sen bütün sene buradasın değil mi? Gittiğin falan yok! Kapıyı kapatmak da NAFİLE değil mi, Sen baca işinin pirisin...
 
Biz Prenses’in tatlısını iyi beceririz, Türk kahvesini. Şekeri kahvesine denk... Hiç yoktan ağzımızın tadını kaçırmayı bir de... Huyumuz kurusun, onu da iyi beceririz...  Sahi sen en çok o hallerimizi seviyorsun...
 
Biz katakulliyi beceremiyoruz, plan falan desen hak getire... Ama sadece bir şey... Biz son dakikaları çok seviyoruz be Noel Amca...
 
Hani herkes bitti derken, tamam derken...
 
Sahi, sen bir tek o halimizden korkuyorsun değil mi Noel Amca?
 
Bizde amca, baba yarısıdır... O yüzden çok kırıcı olmak istemem. Ama bizim pamuklarımız senin sakalda eğreti duruyor be Noel Amca! O Pamuklara daha çok yakışan yerler biliyorum ben.. Ama şimdilik böyle... Top sende, istediğin gibi oyna.. O zamana sana mutlu yıllar; dünyanın noel amcası, Sam Babası...