8 Ekim 2012 Pazartesi

İki 10 numara adam: Alex ve Erdoğan

Her şeyi iktidardan bekleyen bir ülkenin her şeyi tek bir futbolcudan bekleyen bir takımdan ne farkı var? Her şeyi Alex'ten bekleyen bir Fenerbahçe'nin her şeyi Recep Tayyip Erdoğan'dan bekleyen bir ülkeden çok da farkı yok aslında!

En büyük mahareti topu ona kadar taşıyabilmek olan futbolcular yarattı son sekiz on yıl içinde Fenerbahçe. Takımda asist yapılacaksa o yapacak, gol atılacaksa o atacak, auta vurulacaksa da o vuracaktı! Diğer on adam takımı tamamlamak içindi sadece!

AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğanlı yılların da benzer zamanlara denk gelmesi tesadüf olmalı. Türkiye'nin tek adamı oldu Recep Tayyip Erdoğan. İsrail’e ayar verilecekse, komşularla sıfır sorun bina edilecekse, gerektiğinde aynı komşulara savaş ilan edilecekse hep o yaptı. Dışişleri Bakanı, Milli Eğitim Bakanı hatta Cumhurbaşkanı bile topu ona kadar taşıyan futbolcular oldular!

Gol atılacaksa o atıyor auta vurduğunuysa pek düşünmüyordu. İşler ters gittiğindeyse Alex, Aykut Kocaman’ın kendisini kıskandığını düşünüyor. Başbakan’sa faturayı muhalefete ve medyaya kesiyordu...

Onların hata yapmış olması imkânsızdı! Hep takımlarının ve ülkelerinin iyiliği için çalışıyorlardı.

İsyan edeni de küfredeni de takdir edeni de onun yaptığından ya da yapmadığından dem vuruyor!

Alex ve Recep Tayyip Erdoğan bildikleri işi bildikleri gibi yaptılar. Yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı onları suçlamak bana kolaycılık gibi geliyor...

Asıl soru: Biz ne yaptık, muhalefet, sivil toplum örügütleri ve önemlisi halk; 'Biz burdayız' demek adına ne yaptı?

34 vatandaşımız Hakkari'de devlet eliyle öldürüldüğünde, tek suçu o birlikte nöbet tutmak olan, daha dünyaya gözlerini açmamış Kürtler ve Türkler öldürüldüğünde... Çeşitli sebeplerden… Aslında tek bir sebepten, daha İnsanlığın ‘elementary’sinden geçememiş olduğumuzdan mütevellit yeterli tepkiyi veremeyen biz değil miydik?

O milyonluk sessiz yürüyüşleri hiç gerçekleştiremedik biz! Sevinçlerde hep daha kalabalıktık 'İstiklal' Caddesi’nde!

Silah arkadaşları sebepli sebepsiz cezalar aldığında bir ses duyamadık yeşil giyinen heybetli adamlardan. Gelip darbe yapmalarından bahsetmiyorum. Bir ses… Birilerinden… 27 Nisan’ın fatihi hiçbir şey söylemedi mesela! Koyu sarı laciverli paşamız anlatabilirdi belki Dolmabahçe’nin koyu kalmış taraflarını. Muhtırada sırtını dayadığı arkadaşlarının şimdi yüzüne neden bakmadığını anlatabilirdi?

Mustafa Balbay cezası belli olmadan demir parmaklıklar ardında yaşlanırken gazetecilerden kuvvetli bir nefes duyamadık! Kendilerinin de hapse girmediğine şükretmekten daha iyisini yapabilirlerdi belki.

'444' eğitim sisteminde öğretmenlerin sesini hiç duyamadık. ‘Ey ahali bu öğrencilerimizin işine yarar’ ya da ‘ Hopp bu iş olmaz, şurası şöyle sakat’ denmedi, denemedi. Demediler, demedik, diyemedik... Örnekler çoğaltilebilier. Hepsinde sustuk... Bize dokunmayan yılanlara uzun ömürler dileyerek sustuk...

Modern zamanlar da modern futbol da tek kişi üzerine kurulu sistemleri kabul etmiyor artık. Herkesin taşın altına elini koyduğu takımlar ve ülkeler başarıyı yakalıyor.

Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'sinin ne yaptığı çok önemli değil, ama ülke olarak bunu yapmalıyız.

Bizi üzen, sevindiren, kızdıran olaylarda tepkimiz belli etmeliyiz. 'Biz buradayız' demeliyiz bir yolla. Aksi halde yok sayılmaya katlanmak durumundayız!

Şimdi Fenerbahçe'de Alex'siz günler başladı... Erdoğan'lı günleri ise biraz daha devam edecek gözüküyor!

Bugünlerin akibetini Erdoğan'dan çok biz belirleyeceğiz! O yüzden topu ona bırakmaktan daha iyisini yapabileceğimizi düşündüğümüz ne varsa yapmalıyız. Aksi halde ustanın satırları nasihat babında okunabilir!

Nasıl diyordu Nazım Hikmet;

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder