26 Kasım 2010 Cuma

1. Tekil Şahıslar!

Geçmiş cesaretlerimiz, battaniyeler basıyor şimdi, kapı altından sızan ateşlerimizin üzerine, ıslak yorganlar... Pişman değiliz yaptıklarımızdan, hâlâ, ama beyhude çabalarımız, dermanla dizlerimiz arasındaki bağı kesti, hevesimizi kesti, nefesimizi kesti... Yaptıklarımız; yapamayacaklarımızın teminatı artık!

Çizdiğimiz resimler, kullandığımız renkler, altını çizdiğimiz satırlar, hepsi soluk… Boyalarımızın hiçbiri bulutları pembe yapmaya yetmiyor artık ve çoğusu kırık, çoğusu kayıp… Kağıtlarımız müsvedde kutusunda...

Kurduğumuz hayallerin çok uzağına düştük, bu kağıtlar bizim kardıklarımız değil...

Şimdi hiçbir şaka derin yarıklar açmaya yetmiyor yanaklarımızda...

“Hayat mutlu olunacak bir yer değil galiba” galibası biraz fazla kaçmış bir söz dudaklarımızda...

Küçük dünyalarımızı kuramadık, dış dünyayla savaşabileceğimiz; tanıdık, ufak, bildik, bizim dünyalarımız...

Ekonomik enflasyonlara, insan enflasyonlarına, bilumum deformasyonlara, dezenformasyonlara karşı durabileceğimiz ufak, minik, yeraltı sığınakları, yaşam dehlizleri...

Mataramız delindi bundan, kılıçlarımız kırıldı, kınlarında kaldı umutlarımız, iyimserlik yakınlarında, geri çekildik hayattan...

Yalnız kaldık savaşlarımızda ve barışlar imzaladık yaşamla, toprak kayıplarıyla dolu zoraki barışlar, kişisel Sevrler...

Anladık ki, umut, iftarı olmayan bir oruç bizim için...

Herkes o kadar yabancı ki, aynı sokaklarda yürümek, aynı dinlere inanmak, aynı ülke kimliklerini taşımak cüzdanlarımızda, tanıdık olmaya, biz olmaya, yetmiyor...

Yine de orada bir yerlerde bize benzeyen, tanıdık birilerinin olduğunu, yaşanılası iklimlerin olduğunu düşünmek güzel...

Herkesin sözünü söylediği, ön yargıların hiç, mümkünse piç olduğu, dört tarafı yaşamlarla çevrili, sınırsız bir “ütopyalar cumhuriyeti” hayal etmek güzel...

Geçmiş cesaretlerimiz, geçmişte kaldı... Karanlıktan da aydınlıktan da korkuyoruz artık... Korkudan da korkuyoruz (a.n)

Kendi evlerimizi yapacak dermanız yok, panjurları pembeye boyayacak boyalarımız da, nihayetinde söyleyecek lafımız da...

Güneşleri ardımızda bırakıyoruz, ışıkları, sihirli bir lambaya sakladığımız dileklerimizi....

Heveslerimizi katlayıp dolaplara kaldırdık, adı henüz konmamış bir mevsimde, çıkarmak üzere...

Tebessümlerimizi teneffüslere saklamıştık biz, ama zil hiç çalmadı!

Hiç, biz olamadık.

Şimdi, 1. Tekil şahıslarıyız, hayat yarışının; galip, yorgun ve yalnız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder