15 Kasım 2010 Pazartesi

"Kimseye Yazılmış Mektuplar!"

Barış Manço öleli çok oldu, eskisi kadar küçük de değiliz artık. Yine de tutuyoruz şarkıdaki öğüdü ve erken kalkıyoruz "bizi uykulara mahkum eden yatağımızdan!"

Evet. Bugün bayram...

Sana yazılacak öyle çok şey var ki, kadife gülüşünün kuytusuna bırakılacak onca hikaye... (bir belediye projesine kurban gittik galiba; iki komşu arsasıyken aynı şehrin, “aramızdan yol geçti...”

Dün, rüyamda seni gördüm, kısa bir rüyaydı - zaten en uzunu altı saniye sürüyormuş, bizim zaman birimiyle- neyse.

Din alimlerinin, muhtelif rüya tabirleri, üzerinde anlaştıkları, rüya türleri var, onlardan bahsetmeyeceğim. Ben kendimce rüyaları ikiye ayırıyorum. Gerçek olmadığının farkına vardığımız- bitse de gitsek- rüyalar ve gerçek sandığımız -süper- rüyalar.

Dün gece "süper" bir rüya gördüm. Uyandığımda bile, birkaç dakika muallakta kaldım. "Sanki gerçekti."

Sonra bir bayram hediyesi vermek istedim kendime, bugün mutluluk serbest dedim: "Say ki gerçekti..."

Lise ikinci sınıfta, aynı zamanda rehber öğretmenimiz olan, Felesefe Hocamızla çok sık konuşma imkanı bulurduk.

Gündemin "sınıfın sorunları" olduğu sohbetler, kimi zaman sosyal hayata, kimi zaman politikaya, bazen de aşka çıkardı.

Yine böyle sohpetlerin birinde, odasının camından gözüken ve Okmeydanı'ndan Halıcıoğlu'na inen "s" yolu işaret ederek:

" Aşk nedir bilir misin, Buget?" Cevap beklemeyerek devam etti:

" Sebepsiz yere, her gün yürüdüğün o yol var ya; aşk, o yolu hiçbir şey konuşmadan- tek kelime dahi- beraber yürüyebildiğin ve yolun sonunda, bundan mutlu olduğundur...

O günden sonra fark ettim ki; konuşmayı sevdiğim insanlarla, susmayı da seviyorum. Altın derdinden münezzeh, susuşlar...

Rüyada uzun bir yolu birlikte yürümüş iki kişi gibiydik- Okmeydanı / Halıcıoğlu yolu değil- ellerin sırtımda birleşti, başım omzunda, sımsıkı sarıldık, birbirlerine anlatacak çok şeyi olan iki "eski" dost gibi - Alarko Carrier kusura bakmasın ki, bu vücut hiçbir kombi marifetiyle, bu kadar ısınmamıştı.-

Sen hiç konuşmadın rüya boyunca, ben de - zaten insan ne konuşabilir ki "altı saniyede!" Muslukları kapadın mı? Kapıyı kilitlemeyi unutma! Haydi öpüyorum, rüyam bitiyor...- Hiçbir dünya telaşı umrumuzda değildi, ne bir replik, ne bir gönderme ne de alfabetik bir hareketlenme...

Hocam kulaklarınız çınlasın! Çırak meydanı boş buldu, aşk tarifi de yapacak: " Bence aşk, o yolda tek başına yürümeyeceğine dair hiçbir alamet yokken bile, adımları ileri doğru atabilmektir- kimse bu yürüyüşlere bir anlam vermese de- aşka doğru..."

"Aşk kör olmadan, gözleri karartma sanatıdır."

Garantili bir iş yapmak isteyenlere, tavsiye etmem aşkı. Onlar köşedeki beyaz eşyacıdan, kendilerine bir televizyon alıp bozulmasını bekleyebilirler, "garanti" devreye girecektir. Sevgide ise iş biraz daha çetrefildir, her iş gelebilir insanın başına bir sevdada, ne biliyim; eli sobaya değer, çorabının ucu delinir, akla gelen, gelmeyen bir sürü "doğal afet." En kötüsü de insan bunların hiçbirinde, sigorta şirketini arayamaz; "aşk her zaman kapsam dışıdır."

Ezcümle aşka belli olmaz. O kimi zaman bir "güya" kimi zaman da bir "rüya"dır.

İnsan, uyanır...

Öyle mutluydum ki uyandığımda -yolun sonunda-

Bunu bir şekilde anlatmak istedim; oturup, bir mektup yazdım.

Bu mektup "kimseye" yazılmıştır. Ya da -kuvvetle muhtemel- yazar koca bir yalancıdır...

Filhakika; bugün, mektup sana, bayram bana'dır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder