22 Kasım 2010 Pazartesi

“Anne, ‘uf’ oldu!”

Çocuk parlak bir fikri olduğunu ele veren hınzır bir gülümseyişi ve birine yakalanacağının habercisi paytak adımlarla sobaya yönelince, “uf olursun” dedi, annesi. Ufak parmağını ateşe götürüp, uygulamayla pekiştirdi nasihatini.

Çocuk, sobayı sevdi hep. Çünkü o; yavan, çiğnedikçe ağzında büyüyen meyveyi bambaşka bir şeye çeviriyordu. Önce, sarıdan turuncuya sonra yer yer siyaha dönüşen, yumuşayan o kabuk ve ilkin içerde duran, ama ısının artmasıyla bulduğu ilk çıkıştan kendini dışarı atan, o balımsı sıvı...
İnsan ille de ayva yiyecekse, ömrü hayatında, bu ayvayı yemeli!

Ayvayı sevdi çocuk. Çünkü o; soğuk, erken akşamlarda, “dört” kişiyi “bir” aile yapıyordu...

Çocuk, merak edeceksin, “Ateş” nasıl bir şeymiş?”diye! Gidip, bir de kendin değdireceksin elini, alev kutusuna. Utancından kızaran yüzünle aynı rengi almış elini, arkana saklayıp konuşacaksın: “Anne uf oldu!” “Öpeyim de geçsin” diyecek, tüm yaralarına merhem olmaya, doğuşundan meyilli kadın.

Anneler çocukları “hiç” uf olmasın isterler...

Önce “uf” oldu ayva, sonra tadından yenmez. Biraz daha kalsaydı ateşin üstünde, artık hiç yenmez...

Yanacaksın çocuk ateşlerde, “uf” olacaksın, annen ne kadar üzülse de.

Öpünce geçmeyecek acıların olacak... Sobaların eremediği, yorganların yetmediği odalarda, üşüyeceksin.

Soğuğu sev çocuk, ateşi de. O, kurumuş ekmeklerine yeniden can verecek. Turunculaşak; sarı, yavan kabuğun, ham meyven olgunlaşacak, balın sızacak çatlaklarından. Tadından yenmeyeceksin...

Lakin, dumanlar tütmeden, ekmeğin kömüre dönmeden, çık koynundan ateşin, ki yanmayasın.

Artık, ne soba var ne ayva. Terazin şaştı, ayarın bozuldu yani.

Senin sınavın da bu olacak. Düşüneceksin hep; “ Pişiyor muyum hâlâ, yoksa yandım mı?” diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder