24 Kasım 2010 Çarşamba

Life olsun diye yaşamak!


Bazen, su gibi berraktı hayat, bir sabah kadar aydınlık.
Ölüm kadar bilinmez bazen, bazen hava kadar gerekli.
Kimi zaman karşımızda, zaman zaman yanımızdaydı.
Kanamayacak kadar kısa, saçmalayacak kadar uzundu...

Fırından yeni çıkmış ekmek kadar sıcak,
Sıcaktan bunalmış birinin, dolaptan kaptığı su kadar, soğuktu...

Yan komşunun;
Akşam ezanında, evde olması gereken çoçuğuydu, hayat.
Ki oyunun en heyacanlı yerinde, topunu alıp eve giden.

Biz, oyuncularıydık hayatın; sahneye, doğaçlama koyulan bir oyunda.
Hiç beklemediğimiz bir anda, perdeyi indiriverdi hayat...


Yüz yıl sonra olmayacaksak ve yüz yıl önce de yoktuysak, bu steplerde, bu ovalarda, bu viyadüklerde yoktuysak, bu tünelleri sarmadıysa, kalp atışlarımız yüz yıl önce ve adımız yazılmayacaksa hiçbir tiyatronun, bilet alanlar listesinde, yüz yıl sonra… Perdelerini ansızın indiriverecekse hayat…


Bir şeyler yapmanın vakti, belki de şu aralardır!

Hikayelerimizdeki baş erkek oyuncular, baş kadın oyuncular, birbirleriyle yarışırcasına “rahmetli” olmadan…

Şu aralar, şimdi civarlarında…

Bir şeyler yapılabilir mi acaba? “Yaşanabilir” mi mesela?

Evet, bu naçiz vücut elbet bir gün toprak olacak, fakat bir insanın ölebilmesi için, önce biraz yaşaması lazım…

Yaşamanın, Kopenhag gibi net kriterleri yok –her iki anlamda da alınabilir- tamamıyla bir his meselesi, adam yaşadım diyorsa yaşamıştır, gırtlağına yapışıp, “yok sen yaşamadın kardeşim, al şu ömrü bir daha yaşa, heh kolarını da şöyle yukarı yukarı, tamam oluyor” diyecek halimiz yok, öznel bir şey yaşamak, ama şehir keşmekeşinden, maaş bordrolarından, 0-0 berabere biten, aynı şehir takımlarının maçlarından- evet derby de denilebilir- günübirlik egolarımızdan, biraz daha fazlası olsa gerek…

Evet, çok şanslı değiliz, kuşlar tepemize sıçmak için uzun kuyruklar oluşturmuyor üstümüzde, hayatımızda bir koyup hiç alamadıklarımızdan, köylerimize duble yolllar olur, ezcümle zor bir memleket dünya, ama buradaysak ve devam ediyorsak, bir selam çakmak gerek, bizden sonra gelecek olanlara biz de buradaydık anlamında, yitmeden, gitmeden, hazır gelmişken, biraz da gıcıklığına belki...

Yaşadım diyebilmek için… Ölebilmek için…

Yaşamak öylece ve gitmek geldiği gibi,
Yaşamak hayatı müdahalesiz, geldiği gibi.
Yani sen oradayken, sen yokmuşşun gibi,
Yaşamak hayatı.

En söz söylenecek yerde susarak,
Pas geçmek hayatı.
Ve konuşarak,
En susulası yerde, bozmak “tıp”ı.

Yaşamak öylece sevmeden,
Yahut, sevip de sevilmeden.(bilegeldiğin gibi)
En sevdigin şarkıyı onu düşünüp söylerken,
Ve ıslanırken, yağmurun altında,
Toprağın kokusunu, umut sayarak yarına,
Yarına dair, bugünden yaşamak hayatı.

Evet dediği sırada,müstakbel eşinin, nikah memuruna,
İşte hayatımın kadını diyip; için için,
Oley çekerek, yasamak hayatı.
(sonraları bu sevincin erken olduğunu düşünerek)

Karşına alıp oğlunu, yıllar öncesinde duydugun ögütleri,
Kelimesi kelimesine tekrarlayarak ve
Pek de dinlenmediğinin farkında olarak,
Yaşamak hayatı.

Elinden tutup torununu, gezmeye giderken,
Dedenin senin elinden tutup, gezmeye götürdüğü günü,
Ve onu ne kadar özledigini düşünüp,
Torununun eline daha sıkı sarılarak,
Yaşamak hayatı.

Bunları yapmadan, yaşadım denilebilir mi acaba?
Bunları yapmadan, rahatta ölünebilir mi acaba?

1 yorum: