5 Kasım 2010 Cuma

“bir dahakine ben söyleyeceğim”



bir camda, erken kalkmış iki heyecanlı çocuk, bir ellerinde yağlı ekmek, ötekilerde süt, seyre hazırlanıyorlar mahalleyi. pazar kurulacak o gün semtlerinde.. birileri gelip geçecek, kuşların dahi tereddütlü uçtuğu tellerinin altından.. bundan tam elli beş sene önce, Osmaniye’de! Bu onun heyecanı.
Çocuklar; bahçesini dut ağaçlarının süslediği, iki oda bir koridor gecekondularının penceresinden sokağı süzecekler, göçmen gözleriyle...
İstanbul’un nüfusu bir milyonu biraz geçmiş, insan görmek bugünkü kadar kolay değil!
Bakırköy; birkaç ahşap ev, bir mezarlık ve büyük bir boşluktan ibaret...
Sanki bin yıl önce gibi, ama sadece bir insan boyu uzaklıkta...
Çocukların boyu ermiyor dışarıyı görmeye... Önce biri tırmanıyor kahverengi sandalyeye, ötekini kendini çekiyor sonra ve sokağın buğusunu siliyor, divitin elbisesinin koluyla...
Azıklarının sofrası yapıyorlar asli görevi dışarıdaki suyu dışarıda tutmak olmak olan beyaz kireç tümseği..
El örgüsü yeşil süveterleri, beyaz fanilaları, kıvırcık sarı saçları, çilli burunları ve kocaman yalnızlıklarıyla... iki çocuk, eğlenceye hazır artık...
Ve açıkhava sinemasında film başlıyor...
İlk misafir sokağın başında görününce; o minik tatlılıkla ve belki de şimdi kavranamayacak bir dinginlikle, kelimeler tek tek döküldü ağızlarından:
“Abla, bak bir kadın geçiyor” “Tamam, gördüm, ama bir dahakine ben söyleyeceğim”
Birkaç dakika sonra bir kişi daha geliyor yolun öte tarafından: “ Kardeşim, bak bir adam geçiyor!” “Tamam, gördüm! Ama bir dahakine ben söyleyeceğim...”
Kireç duvarlarına akşamın erken indiği bu müstakil ıssızlıkta; gaz lambalarının aydınlatamayacağı, çizmelerini her sabah aynı renge boyayan balçığın dahi saramayacağı kendine has bir bir yalnızlık bu...
“Ayşe evlenmiş!” “Gördüm, ama bir dahakine ben söyleyeceğim...”
“ Mehmet’in çocuğu olmuş!” “Gördüm, ama bir dahakine ben söyleyeceğim...”
Kardeşimle oturuyoruz bilgisayarın karşısında ve birkaç pencere açıyoruz, eğlence arıyoruz kendimize... Sonbaharın kapımızın altından sızdığı bu erken akşamlarda... Öbür hikâyeden tam elli beş yıl sonra...
“Ne çok insan var etrafta ve ne kadar yalnızız!”
“Tamam, gördüm. Ama kimseye söylemeyeceğim!”

1 yorum:

  1. “Ne çok insan var etrafta ve ne kadar yalnızız!”

    evet bu cümleydi yaklaşık olarak aklımdan geçen, sen yazmasaydın belki ben bir iki kelime yazardım buraya. bu zamanlar kalabalık olmasına rağmen her nüfus artışında sokakta yürüyen insanın yalnızlığı da bir o kadar artıyor.

    YanıtlaSil